Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk milyonerini tanıyormuyuz?
Rothschild, Rockefeller, Warburg Aileleri…
Bu ailelerin isimlerini daha önce duymuş muydunuz?
Adları sürekli komplo teorileriyle anılan bu aileler batı
dünyasının köklü zengin hanedanlıklarıdır. Sahip oldukları ekonomik güç ile
medya, ekonomi ve politikada çok etkin olan bu insanlar aynı zamanda CFR,
Bilderberg, Trilateral ve IMF gibi oluşumların da gizli finansörü ve yöneticisi
oldukları da öteden beri söylenegelir. Ekonomik istikrarın da krizin de savaşın
ve barışın da belirleyicisi olmakla suçlanırlar. Bu aileler 1800’lü yıllardan
bu yana sermayelerini katlayarak dededen toruna aktararak bugüne gelmiştir.
Özellikle ABD’de hala yönetimi yöneten, yöneticileri seçen gizli konsey
olduklarına inanılır.
Hemen hemen bir çok ülkede sermayeye hükmeden aileler
vardır. Zengin aileler ve kişiler hangi sektör kendisini hayatta tutacak,
yarınlarını garantiye alacak ise onda kartel olmaya çalışırlar. Altın, elmas
ekonomisi ile kıymetli madenlerin kontrolü, silah endüstrisi ile güçlüyü daha
güçlü yapıp (ABD, İsrail) zayıfı muhtaç bırakma, finans sektörüyle borçlu
bırakma, medya ile toplum zihinlerini meşgul edip istediği yöne doğru
yönlendirme.
İnsani boyutta her ne kadar gelir adaleti, eşitlik,
kaynakların adil kullanımı gibi kavramlarla yola çıktığımızda dünya nüfusunun
%1-2’sini oluşturan süper elit burjuvasına nefretle bakmak işin doğal ve kolay
tarafı. Bir de şöyle düşünülebilir. Kendi ülkelerine; silah, teknoloji, para,
hammadde işleme, uzay, bilim gibi sağladıkları katma değerlerle milletinin
kalkınmasına katkı sağlayan bu ailelerden bizde var mı?
Hemen aklımıza
koç-sabancı ikilisi geliyordur. Montaj, distribütör sektöründen öteye
gitmeyen bizim ağalardan ziyade başka asırlık zengin aile yok bizim ülkemizde.
Bundan yüz yıl önce hiç mi paralı zadeler yoktu bizde?
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk milyoneri kim?
- Hiç mi milyonerler, altın gümüş kartelleri olmadı bu coğrafyada?
Oldu… Osmanlı’nın son dönemlerinden Türkiye Cumhuriyetinin
kuruluş yıllarına bir göz atalım ve bizim zenginlerimiz var mıydı, varsa
kimlerdi öğrenelim…
1850’lere kadar Osmanlı’da zengin, güçlü zümreler pek yoktu.
Yerli sermaye olarak şirketleşmiş bir firma için 1900’lü yıllara doğru biraz
daha beklemek gerekti. Bilmemnezadeler bir tarafını saraya dayamış devlet
erkanı ve yakınlarıydı. Ticaret zaten gayrimüslimlerin elindeydi. Dönemin
yükselen gücü İttihat ve Terakki liderleri sanayi devriminden sonra batıda güç
kazanan zengin elitlere benzer bir yapıyı oluşturmak için sosyal ve ekonomik
poltikalar üretmeye çalıştırlar. O dönemde Osmanlı topraklarında faaliyet
gösteren sigorta, demiryolu, maden, liman, enerji ve ulaşım alanında faaliyet
gösteren şirketler Paris, Londra veya Berlin gibi merkezlerden yönetiliyordu.
Duyun-u Umumiye kontrolünde ekonomik açıdan özgürlüğünü
yitiren mali bürokrasi Maliye Nazırı Cavit Bey’in önderliğinde ittihatçıların
desteğiyle Osmanlı liberalizmini hayata geçirmek için devletin bütün
olanaklarını müteşebbislerin hizmetine sunmaya çalıştılar. İkinci Meşrutiyet’e
kadar Şirket-i Hayriye ve Ziraat Bankası
dışında yerli sermayeyle kurulmuş şirket bulunmazken yapılan teşviklerle
1908-1918 yıllları arasında 120 civarı anonim şirket kuruldu.[1]
Milli iktisat kavramı ittihat çevreleriyle birlikte aydın
kesimde de sık sık zikrediliyor, başta Ziya Gökalp olmak üzere bir çok yazar ve
basın organları “Ey Türk Zengin ol” sloganı ile ticaretin dışarıda batılı
şirketlerin içerideyse azınlıkların elinden alınarak milli ekonominin
kalkınması amaçlanıyordu. Bu da 1870 savaşından sonra içine kapanan Almanya’nın
iç dinamiklerini harekete geçirip kendi sanayileşmesini başarması örneğinden
yola çıkılarak sağlanabilirdi.
Ne var ki birinci dünya savaşı patlak vermiş, milli iktisat
idealleri devlet politikası olarak hayata geçirilememişti. Buna rağmen savaşın
getirdiği kaos ittihatçılar tarafından aslında bir fırsat olarak görülüyordu.
Bu kargaşa içinde en karlı iş olan gıda sevkiyatı işi yerli zenginleri ortaya
çıkarmak için bulunmaz kaftandı. Anadolu’dan özellikle İstanbul’a buğday, arpa,
şeker, pirinç taşımacılığı işi partiye yakın kişilerce nüfuzlarını kullanarak
rahatça sağlanabiliyordu.
İş göründüğü gibi gitmemişti elbette. Arzın kısıtlı talebin
yüksek olduğu savaş atmosferi zenginden çok karaborsacı çıkarmış pirinç, yağ,
şeker kralları “, 332 (1916) zenginleri veya
Hacı Ağa” kavramları o dönemin yerli zenginlerine verilen isim olmuştur.
Cumhuriyet döneminde ülkenin yeniden inşasını sağlamak için
sermaye ihtiyacı had safhadaydı. Yabancı sermayenin kapitülasyonlardan bu yana
elde ettiği imtiyazlar Lozan anlaşmasıyla yok sayılarak faaliyet göstermesine
müsaade ediliyordu. Ancak yerli sermayenin de gelişimi, milli burjuvanın
doğması adına ekstra teşvikler de yapılmaktaydı. Enkazın kaldırılıp ülkenin
baştan aşağı yenilenmesi adına yapılan demir yolu, elektrik, telgraf, altyapı,
sanayi üretimine yönelik yapılan ihalelerde öncelik yerli müteşebbislere
tanınıyordu. Bu ayrıcalığa en büyük örnek demiryolu ihaleleridir.
Demiryolu ihalelerinde o dönemin Türkiye’si ucuz iş gücü ve
sabit sermaye yatırımına verilen en kısa zamanda bitirilen ihale yeni demiryolu
yatırımlarının da önünü açmaktaydı. Bu şekilde kısa zamanda ray döşemeciliği
işini başarıyla yerine getirip bu yolla çok büyük paralar kazanan bir kişi
vardı ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk milyoneri unvanını almış, ilerleyen
yıllarda birçok projesiyle ses getirmiş Nuri Bey idi.
Nuri Bey, aslen Sivas doğumlu olup çocukluğunu burada
geçirdikten sonra, okuduğu okula öğretmen olarak geri dönmüştür. Kısa bir süre sonra
Ziraat Bankası’nın imtihanını kazanıp bankacı olarak önce Kangal, ardından
Koçgiri şubeleri olmak üzere anadolunun birçok yerinde memurluk yapmıştır. Görev
yılları sırasında (1906-1909) yaşanan kıtlıkta kendi inisiyatifiyle depolarda
çürümeye terk edilen tahılları halka dağıtması hakkında soruşturmalar
açılmasına neden olduysa da aklanarak görevine dönmüştür. Akabinde Maliye
Bakanlığı’nın sınavlarını da kazandıktan sonra ekonomi yönetiminde Beyoğlu Gelirler Müdürlüğü, Hasköy Mal Müdürü
görevlerinde başarıyla çalıştı.
1920’li yıllarda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Maçka Şubesi’nde
yöneticilik de yapan Nuri Bey, istiklal mücadelesinde aktif olarak yer
almıştır.
Banka ve maliye olmak üzere para ve paranın yönetimi
hususunda yeterince tecrübeler edindikten sonra 1918 yılında ticarete atılan Nuri
Bey; Eminönü’nde küçük bir dükkanda ilk yerli sigara kağıdı üretimine başladı.
Türk Zaferi ismini verdiği sigara kağıdı ile büyük server kazandı. Ne var ki
1925 yılında kendi işletmesi kamulaştırılarak İnhisarlar İdaresine verilince
ithalat-ihracat işleriyle birkaç yıl meşgul olsa da asıl başarıyı yakalayacağı müteahhitliğe
soyundu.
1926 yılında Samsun Sivas demiryolunu üstlenen Fransız şirketi
işi bırakınca Nuri Bey’in önü açılmış oldu. 210 bin lira gibi çok düşük bir
ihale bedeliyle ilk etapta yapılacak olan yolun 7 km’lik bölümünü kısa zamanda
bitirmesi, kalan yolun da yapılması için ihaleyi kazanmasını sağladı. Ardından 1.000
km’yi bulan Samsun-Erzurum, Sivas-Erzurum ve Afyon-Dinar hatlarını zamanından önce
bitirerek Atatürk tarafından bizzat ödüllendirildi. 1936 yılında Atatürk, Nuri
bey’e başarıyla sonuçlandırdığı demiryolu hatlarından ötürü Demirağ soyadını
verdi.
Önce öğretmenlik, ardından bankacılık, sonrasında maliye ve
nihayetinde işadamı olarak kariyerini zirvelere taşıyan bu Anadolu aslanı
otuzlu yılların sonuna doğru 11 Milyon’u aşan servetiyle Türkiye’nin en zengin
işadamı ve ilk milyoneri oldu.
Yeni Türkiye’nin ilk ve en büyük sermayedarı durmuyor, o
denemde çılgınca projelere imza atıyordu. Uzun bir ön araştırma çalışmasının
ardından İstanbul boğazına yapmak istediği köprü için Amerika’da San Francisco
şehrinde yapılan Golden Gate köprüsünü yapan firmayla anlaşma imzalayarak
projelendirip Atatürk’e sundu. Atatürk tarafından beğenilen proje hayata
geçemeden ilerleyen yıllarda rafa kalktı. Anadolu’nun her köşesinin imara ihtiyacı
olduğu o yıllarda Fransızların 33 liraya sattığı çimentoyu 13 liraya imal edebileceğini
öne sürerek yerli çimento üretimi için hazırladığı fabrika projesi yabancı
lobilerin de baskısıyla reddedildi.
Yabancıların baskısı ve yerli otoritenin bağnazlığına rağmen
yılmayan milyonerimiz, o dönemde
1932 yılında ithal edilecek savaş ve eğitim uçakları için devletin
bütçesi çok kısıtlıydı. Bir kampanyayla dönemin kalbur üstü zenginlerinden
yardım alınarak bu ihtiyacın giderilebileceği planlanmakta idi. Düzenlenen
yardım kampanyasında Vehbi Koç’tan 5.000 Abdurahman Naci Bey'den 120.000 lira
bağış toplanmıştır. sıra Nuri Demirağ’dan bağış yapılması teklif edilince şu
cevabı vermiştir:
“Benden bu millet için
bir șey istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet
tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan
beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim.”[1]
“Avrupa'dan,
Amerika'dan lisanslar alıp uçak yapmak kopyacılıktan ibarettir. Demode tipler
için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise bir sır gibi, büyük bir
kıskançlıkla saklanmaktadır. Binaenaleyh kopyacılıkla devam edilirse, demode
şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde Avrupa'dan ve Amerika'nın
son sistem tayyarelerine mukabil, yepyeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir” [2]
Sözünün arkasında duran Nuri Demirağ,
İstanbul Yeşilköy’de Elmapaşa çiftliğini satın alarak bu arazide fabrikanın
temellerini attı.

İlk satış anlaşması da 65 uçak alımı için THK ile yapıldı. Eskişehir’de sipariş
edilen ilk partinin uçak teslim
programında test uçuşunda yaşanan kazanın ölümle sonuçlanması THK’nin
siparişleri iptal etmesiyle sonuçlanmış, üstüne üslük çıkarılan bir kanunla
uçakların yurt dışına satılması yasaklanmış ve fabrika 1944 yılında kapanmak
zorunda kalmıştır.
Bu olay tıpkı devrim otomobilinde yaşananlarla benzer, bir o
kadar da manidardır. Devrim otomobilleriyle bu ülke nasıl bir Ford, Hyundai, Renault
çıkaramamış ise uçak kazasıyla da Boeing uçağı yerli ölçütlerle üretilememiş,
yıllarca sanayisiz bir ekonomiye hapsolmuştur.
Türkiye’nin ilk milyonerinin çılgınlıkları yukarıda saydıklarımızdan
ibaret değildi elbette. Okullar, öğrenci yurtları, onlarca tarihi çeşme restorasyonu,
kağıt fabrikaları gibi tesisleri açmıştır. Bunların yanında Nazım Hikmet’e
evini kira almamak kaydıyla tahsis ederek sanatçıya ev sahipliği de yapmıştır.
Ayrıca alkolden hiç hoşlanmamasına rağmen sanatçı Neyzen Tevfik’e el altından
para gönderek destek çıkmıştır.
Uçak fabrikası projesinin bir kazayla manipule edilerek sona
ermesi onu siyasi alanda mücadeleye soyundurmuş ve ilk muhalefet partisi Milli Kalkınma Partisi’ni 1945 yılında kurarak
seçimlere gitse de meclise giremedi. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti’den Sivas milletvekili olarak
meclise giren Nuri Demirağ siyasi alanda da mücadele verse de iş alanında
ulaştığı başarılara gerek siyasi çekişmeler gerekse ilerleyen yaşıyla gelen
şeker hastalığı yüzünden yeterince verimli olamadı ve 1957 yılında vefat etti.
SONUÇ
Yeni Türkiye’nin kuruluşunda fakir bir milletten derin, karanlık
ve pis işlerle zengin olmuş bir milyonerimiz olmadı. Aksine yukarıda sadece
genelini anlatabildiğimiz azimle dolu bir başarı hikayesiyle dönemine damga
vurmuş bu ülkenin ilk milyonerinden bahsediyoruz. Hayallerinin birçoğunu
gerçekleştirebilmesine rağmen gerçekleştiremedikleri bu ülkenin kaderini değiştirebilecek
ideallerdi belki onunkisi.
Projeleri hep üretmek ve imar etmek üzere olan çılgın bir
adamın içindeki vatanseverliğini kör olan görür sağır olan duyardı herhalde
projelerinde. İşin ilginç yanı projeleriyle birçok kişinin hayranlık
duyabileceği bu kişinin dönemin bir numaralı milyoneri olmasına rağmen şu an
Demirağ Holding diye bir süper zengin yerli sermaye yokken KOÇ’u bilmeyeniniz
yok değil mi? Böyle bir çılgını kaçımız tanıyoruz kaçımız biliyoruz bu da ayrı
bir konu.
Şu an dünya zenginliğini sömüren birkaç bin ultra zengin
ailenin siyasal politikalara yön verdiği hatta bir kısım komplo teorisyenlerine
göre dünyayı yönetenlerin hep batılı ülkelerden çıkıp global piyasalara yön
verdiğini düşünürsek bu ülkeden bir değil birkaç Nuri Demirağ’ın hayallerini
gerçekleştirmiş olsaydı her şeyin başka olacağını düşünmek yanlış olur mu?...
Kaynakça
[1] Altun Şafak, (2007) Türk İş Adamının Bilmesi Gereken 101 Olay, S: 34-35
[2] Hayallerden Gerçekler Yapan Adam: Nuri Demirağ, Çelebice Dergisi, Aralık 2009, Sayı 20
[3] Yavuz, İsmail (2013). "Demirağ'ın Uçakları". Bilim ve Teknik (542): 64-68
Siz ne düşünüyorsunuz? Yorum yazın!